Whatsapp Hattı

0539 890 5950

Distimik Bozukluk

Distimik Bozukluk

Depresyon, dünya çapında en büyük halk sağlığı sorunlarından bir tanesidir (Schürmann ve Margraf, 2018). 2015 yılında dünya nüfusunun yaklaşık %4,2'sinin depresyon şikâyeti bulunmuştur (Dünya Sağlık Örgütü, 2017). Depresyonun insan hayatına eksileri, yalnızca sosyal ve ailesel yönlerden değil aynı zamanda ekonomik açıdan da çok fazladır. Depresyonun ayrıca yaşam kalitesi (Brandolim-Becker ve ark., 2018), yüksek düzeyde duygudurum bozukluğu (Aguilera ve ark., 2019) ve obezite (Mulugeta ve ark., 2019) ile ilişkisi vardır. Belirtiler çok ciddi olduğunda depresyon intihara da yol açabilmektedir (Teismann ve ark., 2018).  

Distimi, nevrotik depresyon ve depresif kişilik de dahil olmak üzere, birbiriyle örtüşen ancak biraz farklı anlamlara sahip olan birkaç eski klinik yapının birleşimini temsil eder (Klein ve ark., 1993). Distimik bozukluk, bireylerin sosyal, eğitimsel ve mesleki işlevlerinde ilerleyici zayıflamaya yol açan ve çoğunlukla ismi konamayan kronik bir depresyon durumudur. Distimik bozukluk, hafif ila orta derecede depresif belirtilerle ilişkili olduğundan, bu durum genellikle tanınmaz ve majör bir depresif dönem oluşana kadar müdahale edilmez. Erken başlangıçlı distimik bozukluğun (yani 21 yaşından önce) 10 yıllık bir takip çalışmasında, katılımcıların %94,2'si hayatlarının bir noktasında majör bir depresif dönem yaşadığı bulunmuştur (Klein ve ark., 2000). Epidemiyoloji çalışmalarının yakın tarihli kanıtları, bu kişilerin bozukluğunun ortaya çıkarılmasının ve müdahalesinin gerekliliğini göstermiştir (McFarland ve Klein, 2005). Distimik bozukluğun temel özelliği, çocuklar ve ergenler için en az 2 yıl veya en az 1 yıl boyunca, günün büyük bir bölümünde ortaya çıkan depresif bir ruh halidir. Depresif ruh hali dönemlerinde, aşağıda bulunan altı belirtiden en az ikisi mevcuttur. Bu belirtiler, özellikle erken başlangıç durumunda (örneğin, "Ben her zaman böyleydim") bireyin günlük deneyiminin bir parçası haline geldiğinden, kişi doğrudan uyarılmadıkça bildirilmeyebilir.

Depresif dönem belirtileri şu şekildedir (APA, 2013):

  • İştahsızlık veya aşırı yeme
  • Uykusuzluk veya hipersomnia (Aşırı uyku isteği)
  • Düşük enerji veya yorgunluk
  • Düşük benlik saygısı
  • Zayıf konsantrasyon veya karar vermede zorluk
  • Umutsuzluk duyguları.

Yetişkinlerdeki depresif bozukluklar sıklıkla dikkat, hafıza ve psikomotor hızdaki bilişsel bozukluklarla ilişkilendirilmiştir. Özellikle, tepki engelleme, çalışma belleği ile planlama gibi yürütücü işlevlerdeki eksiklikler bildirilmiştir (Hammar ve Ardal, 2009). Distimik bozukluk toplumdaki bireylerin%3-%6'sını ve ruh sağlığı ortamlarında ayakta müdahale görenlerin %2-%36'sını etkiler (Kessler ve ark., 1994). Bununla birlikte, yüksek yaşam boyu yaygınlığı ve kronikliğin tanımındaki merkezi rolü göz önüne alındığında, distimik bozukluğun seyri hakkında şaşırtıcı derecede az veri vardır. Distimik bozuklukla ilgili mevcut birkaç ileriye dönük boylamsal çalışmanın çoğu, küçük çalışma grupları ve kısa (1-2 yıl) takip süreleri (6-12) kullanmıştır. Bu çalışmalar distimik bozukluk şikâyeti olan bireylerin yaklaşık %40'ının araştırmaya girişten sonraki 24-30 ay içinde iyileştiğini göstermiştir (Klein ve ark., 1998). İyileşme oranının daha uzun takiplerle önemli ölçüde artıp artmadığı bilinmemektedir. Ek olarak, distimik bozukluktan iyileşen damışanlarda nüks veya nüks olasılığı hakkında veri bulunmamaktadır. Epizodik majör depresif bozukluğu olan kişilerle karşılaştırıldığında, distimik bozukluğu bulunan kişiler ilk muayenede daha az şiddetli depresyondadır. Ancak 6-30 ay sonra yapılan takiplerde daha yüksek düzeyde belirtiler göstermektedir (Wells ve ark., 1992). Distimik bozukluğu olan yetişkinlerin ve çocukların küçük bir kısmında izlem sırasında bipolar bozukluk gelişir. Ancak riski majör depresif bozukluğu olan bireylerden farklı olmayabilir. Distimik bozukluğu olan bireyler, üst üste binmiş majör depresif dönemler geliştirme riski altındadır (Kovacs ve ark., 1994).

Distimik Bozukluğun kriterleri şu şekildedir (APA, 2013):

  • Bozukluğun 2 yıllık dönemi (çocuklar veya ergenler için 1 yıl) boyunca, birey hiçbir zaman bir seferde 2 aydan fazla belirtilerden yoksun olmamıştır. 
  • Hiçbir zaman manik dönem ya da hipomani dönemi olmamıştır ve siklotimik bozukluk için ölçütler hiçbir zaman karşılanmamıştır.
  • Bu bozukluk, kalıcı bir şizoaffektif bozukluk, şizofreni, sanrılı bozukluk ya da diğer tanımlanmış ya da belirtilmemiş şizofreni spektrumu ve diğer psikotik bozukluklarla daha iyi açıklanamaz.
  • Belirtiler, bir maddenin (örn. kötüye kullanılan bir ilaç, bir ilaç) veya başka bir tıbbi durumun (örn. hipotiroidizm) fizyolojik etkilerine bağlanamaz.
  • Belirtiler klinik olarak belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, işle ilgili alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında bozulmaya neden olur.

STAR’D (Depresyonu Rahatlatmak için Sıralı Tedavi Alternatifleri), "gerçek dünyada" antidepresan ilaçların etkinliğini göstermek için tasarlanmış pratik bir klinik deneydi. Sonuçları, depresyon için farmakolojik tedavilerdeki gelişmelere rağmen, antidepresan tedavi etkinliğinin gerçekliğinin, depresyonlu kişilerin sadece üçte birinin bir SSRI (seçici serotonin geri alım inhibitörü) denemesinden sonra iyileştiğini göstermiştir (Warden ve ark., 2007). Özetle sadece antidepresan kullanımında danışanların yarısından azı iyileşme belirtileri göstermiştir. Ayrıca, birbirini izleyen her ilaç denemesinde remisyon (bozukluk aktivitesinin bulunmadığı durumlar) olasılığı azalır ve yanıt eksikliği, nüks olasılığını artırır. Remisyonu sürdüren kişilerde bile artık belirtiler birey için önemli bir yüktür ve nüks riskini artırmada rol oynar (Nierenberg ve ark. 1999). Depresyon şikâyeti bulunan kişilerde müdahale etkinliğini etkileyen bir diğer önemli sorun ise ilaç uyumsuzluğudur. Antidepresanlara uyumsuzluk hem birinci basamakta hem de psikiyatrik tedavide son derece yaygındır. Birinci basamakta, hastaların %40'ı, hangi antidepresanın reçete edildiğine bakılmaksızın altı ay içinde ilaçları bırakmaktadır (Simon ve ark., 1999). İlaç ve bilişsel davranışçı terapi ile kombine müdahale, hem depresyonda remisyonda olan kişilerin yüzdesini artırarak hem de tekrarlama riskini azaltarak depresyonda daha etkili bir seçenek olabilir. Fournier ve arkadaşları (2009), ayaktan orta ve ağır depresyonu bulunan kişilerde bilişsel davranışçı terapiyi ilaçla karşılaştıran başka bir çalışmanın verilerini analiz etmiştir. Sonuçlar kronik depresyon, ileri yaş ve düşük zekanın her iki müdahalede de kötü sonucun yordayıcıları olduğunu ve evliliğin, işsizliğin, stresli yaşam olaylarının, antidepresanlara nazaran bilişsel davranışçı terapiye daha iyi bir yanıt verdiği öngörülmüştür. Birkaç çalışma (Keller ve ark., 2000), müdahaleye en dirençli olan veya kalıntı belirtileri olan kişilerde kombine müdahalenin tek başına ilaç tedavisine ya da tek başına bilişsel davranışçı terapiye göre daha üstün olduğunu göstermektedir. Bilişsel davranışçı terapiler, şiddetli depresyon bozukluğu ve distimik bozukluk için en etkili terapilerden biri olarak tanıtılmıştır. Depresyon için bilişsel davranışçı terapinin temel amacı, olumsuz düşüncelerin içeriğine meydan okumak, duygusal bilgilerin işlenmesindeki bilişsel önyargıları ele almak ve depresif belirti ve eksiklikleri hafifletmektir (Haby ve ark., 2006).

Ayırt Edici Özellikleri

DSM-5'te (APA, 2013), distimik bozukluk ve majör depresif bzoukluk, kalıcı depresif bozukluğu şemsiyesi altında birleştirilmiştir. Genel olarak, düşük benlik saygısı ve sosyal geri çekilme gibi bilişsel belirtiler distimik bozukluk şikâyeti olan kişilerde daha sık görülürken, majör depresif bozuklukta uyku veya iştahsızlık daha sık görülür. Distimi, majör depresif bozukluk kriterlerini karşılamayan ek depresif belirtilerin eşlik ettiği, en az iki yıl boyunca günlerce süren depresif duygudurum şeklinde ortaya çıkmaktadır.

Distimik Bozukluğa Dair Kitap/Film/Belgesel Önerileri

Kaynakça

Aguilera, M., Paz, C., Compañ, V., Medina, J. C. ve Feixas, G. (2019). Cognitive rigidity in patients with depression and fibromyalgia. International Journal of Clinical and Health Psychology, 19(2), 160-164.https://doi.org/10.1016/j.ijchp.2019.02.002

American Psychiatric Association. (2013). Specific phobia. Diagnostic and statistical manual of mental disorders. Washington,DC: American Psychiatric Publishing,

Brandolim-Becker, N., de Jesus, S. N., Viseu, J. N., Stobäus, C. D., Guerreiro, M. ve Domingues, R. B. (2018). Depression and quality of life in older adults: Mediation effect of sleep quality. International Journal of Clinical and Health Psychology, 18(1), 8–17. https://doi.org/10.1016/j.ijchp.2017.10.002

Fournier, J. C., DeRubeis, R. J., Shelton, R. C., Hollon, S. D., Amsterdam, J. D. ve Gallop, R. (2009). Prediction of response to medication and cognitive therapy in the treatment of moderate to severe depression. Journal of consulting and clinical psychology, 77(4), 775. https://doi.org/10.1037/a0015401

Haby, M. M., Donnelly, M., Corry, J. ve Vos, T. (2006). Cognitive behavioural therapy for depression, panic disorder and generalized anxiety disorder: a meta-regression of factors that may predict outcome. Australian & New Zealand Journal of Psychiatry, 40(1), 9-19. https://doi.org/10.1080/j.1440-1614.2006.01736.x.

Hammar, Å. ve Årdal, G. (2009). Cognitive functioning in major depression: A summary. Frontiers in Human Neuroscience, 3, Article 26. https://doi.org/10.3389/neuro.09.026.2009

Keller, M. B., McCullough, J. P., Klein, D. N., Arnow, B., Dunner, D. L., Gelenberg, A. J., Markowitz, J. C., Nemeroff, C. B., Russell, J. M., Thase, M. E., Trivedi, M. H. ve Zajecka, J. (2000). A comparison of nefazodone, the cognitive behavioral-analysis system of psychotherapy, and their combination for the treatment of chronic depression. The New England Journal of Medicine, 342(20), 1462–1470. https://doi.org/10.1056/NEJM200005183422001

Kessler, R. C., McGonagle, K. A., Zhao, S., Nelson, C. B., Hughes, M., Eshleman, S., Wittchen, H.-U. ve Kendler, K. S. (1994). Lifetime and 12-month prevalence of DSM-III—R psychiatric disorders in the United States: Results from the National Comorbidity Study. Archives of General Psychiatry, 51(1), 8–19. https://doi.org/10.1001/archpsyc.1994.03950010008002

Klein, D. N., Riso, L. P. ve Anderson, R. L. (1993). DSM-III-R dysthymia: antecedents and underlying assumptions. Progress in experimental personality & psychopathology research, 16, 222-253.

Klein, D. N., Norden, K. A., Ferro, T., Leader, J. B., Kasch, K. L., Klein, L. M., Schwartz, J. E. ve Aronson, T. A. (1998). Thirty-month naturalistic follow-up study of early-onset dysthymic disorder: Course, diagnostic stability, and prediction of outcome. Journal of Abnormal Psychology, 107(2), 338–348. https://doi.org/10.1037/0021-843X.107.2.338

Klein, D. N., Schwartz, J. E., Rose, S. ve Leader, J. B. (2000). Five-year course and outcome of dysthymic disorder: A prospective, naturalistic follow-up study. The American Journal of Psychiatry, 157(6), 931–939. https://doi.org/10.1176/appi.ajp.157.6.931

Kovacs, M., Akiskal, H. S., Gatsonis, C. ve Parrone, P. L. (1994). Childhood-onset dysthymic disorder: Clinical features and prospective naturalistic outcome. Archives of General Psychiatry, 51(5), 365–374. https://doi.org/10.1001/archpsyc.1994.03950050025003

McFarland, B. R. ve Klein, D. N. (2005). Mental health service use by patients with dysthymic disorder: Treatment use and dropout in a 7 1/2-year naturalistic follow-up study. Comprehensive Psychiatry, 46(4), 246–253. https://doi.org/10.1016/j.comppsych.2004.10.002

Mulugeta, A., Zhou, A., Vimaleswaran, K. S., Dickson, C. ve Hyppönen, E. (2019). Depression increases the genetic susceptibility to high body mass index: evidence from UK Biobank. Depression and anxiety, 36(12), 1154-1162.https://doi.org/10.1002/da.22963

Nierenberg, A. A., Keefe, B. R., Leslie, V. C., Alpert, J. E., Pava, J. A., Worthington, J. J. III, Rosenbaum, J. R. ve Fava, M. (1999). Residual symptoms in depressed patients who respond acutely to fluoxetine. The Journal of Clinical Psychiatry, 60(4), 221–225. https://doi.org/10.4088/JCP.v60n0403

Schürmann, J. ve Margraf, J. (2018). Age of anxiety and depression revisited: A meta-analysis of two European community samples (1964-2015). International Journal of Clinical and Health Psychology, 18(2), 102-112.https://doi.org/10.1016/j.ijchp.2018.02.002

Simon, G. E., Heiligenstein, J., Revicki, D., VonKorff, M., Katon, W. J., Ludman, E., Grothaus, L. ve Wagner, E. (1999). Long-term outcomes of initial antidepressant drug choice in a" real world" randomized trial. Archives of Family Medicine, 8(4), 319. https://doi.org/10.1001/archfami.8.4.319

Teismann, T., Forkmann, T., Brailovskaia, J., Siegmann, P., Glaesmer, H. ve Margraf, J. (2018). Positive mental health moderates the association between depression and suicide ideation: A longitudinal study. International Journal of Clinical and Health Psychology, 18(1), 1-7. https://doi.org/10.1016/j.ijchp.2017.08.001

Warden, D., Rush, A. J., Trivedi, M. H., Fava, M. ve Wisniewski, S. R. (2007). The STAR* D Project results: a comprehensive review of findings. Current psychiatry reports, 9(6), 449-459. https://doi.org/10.1007/s11920-007-0061-3.

Wells, K. B., Burnam, M. A., Rogers, W., Hays, R. ve Camp, P. (1992). The course of depression in adult outpatients: Results from the Medical Outcomes Study. Archives of General Psychiatry, 49(10), 788–794. https://doi.org/10.1001/archpsyc.1992.01820100032007

World Health Organization (2017). Depression and other common mental disorders: Global health estimates. http://apps.who.int/iris/bitstream/10665/254610/1/WHO-MSD-MER2017.2-eng.pdf