Whatsapp Hattı

0539 890 5950

Bağlanma Türleri

Bağlanma Türleri 

            Çeşitli gelişim teorileri, erken yaşam deneyimlerinin bir bebeğin gelişimi üzerindeki etkisini göstermektedir. Böyle bir teori olan bağlanma teorisi, bebekler ve birincil bakıcıları arasındaki bağlanmanın bebeğin gelişimi üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğunu düşünmektedir (Bowlby, 1982). Bu teori, bağlanmayı, insanlar arasında kalıcı bir psikolojik bağlılık deneyimi olarak tanımlamaktadır. Bu teorinin kurucusu olan Bowlby, bebeklerin bakıcılarıyla bağ kurmaya yatkın bir şekilde doğduklarını, güvenlik ve emniyet sağlayabilecek ve böylece hayatta kalma şanslarını artırabilecek bir bakıcıya yakınlık aradıklarını vurgulamaktadır (Bowlby, 1969)60'lardaki gelişimi ve kuramsallaşmasından bu yana, bağlanma teorisi hem klinik hem de gelişimsel psikolojiyi büyük ölçüde etkilemektedir ve yetişkinlikte kişilik özelliklerini ve kişilerarası ilişkileri etkileyen bir bebek ve bakıcısı arasındaki ilişkiye dayanan karmaşık dinamiklerin varlığını öne sürmektedir (Perlini ve ark., 2019)Bağlanma teorisi, ilk olarak çocuğun birincil ve biçimlendirici ilişkileri bağlamında gelişimi anlamak için bir model sağlamaktadır ve ikinci olarak bir yetişkinin yaşam boyu yakın ilişkilere, sosyal ilişkilere ve özerk araştırmaya yönelik yönelimini incelemektedir (Slade ve Holmes, 2019). Bu nedenle, bağlanma teorisi, bebeklikten sonraki yıllarda çocukların anne babalarına ve vekil figürlere bağlanmalarının doğasındaki gelişimsel değişikliklere ve yaşam döngüsü boyunca diğer duygusal bağların doğasına odaklandığı için geniş bir çerçeveye sahiptir (Ainsworth, 1989).

            Anne ve çocuk arasındaki bağ yüzyıllardır insanları büyüleyen bir etkiye sahiptir. Araştırmacılar, bir bebeğin hayatının ilk aylarında meydana gelen süreçleri keşfetmeye ve anlamaya çalışmaktadırlar. Anne ve çocuk arasındaki bağın temellerinin ise hamilelik sırasında (hatta öncesinde) oluştuğu bilinen bir gerçektir. Bir kadının içinde meydana gelen süreçler onun psikolojisini değiştirir, daha sonra kendini anne olarak nasıl algıladığına temel oluşturur ve çocukla olan bağını etkiler (Bowlby, 1982). Araştırmalar, hamilelik sırasında kadınların psikolojisinin, doğum sonrası anne davranışlarını ve çocuk gelişimini etkileyebilecek belirli biyolojik belirteçlerle ilişkili olabileceğini göstermektedir. Örneğin, doğum sonrası anne davranışlarını öngören hamilelikteki oksitoksin seviyeleri, depresyonla ilişkilidir ve yavru gelişimini etkileyebilecek bir faktör olarak giderek daha fazla kabul edilmektedir (Gumusoglu ve Stevens, 2019). Bir çocuğu karşılamaya hazırlanırken, bir bakıma kadın hem anne hem de çocuktur - hem çocuğun ihtiyaçlarına hem de çocukluğu boyunca annesiyle olan kendi ilişkisinin hatıralarına erişimi vardır. Bu, bebeğin ihtiyaçlarını anlamasına ve ona bakım sağlamasına yardımcı olmaktadır. Bu annelik kapasitesinin oluşmasında kadın ile kendi annesi arasındaki ilişki son derece önemlidir (Rutter ve ark., 2009). Psikanalitik yazar Helen Deutsch'a göre, bir kadının hamilelik ve doğum sırasındaki refahı, bir annenin temsilinin içsel temsiliyle ilişkilidir. Bu refahın değeri düşerse veya nefret edilirse, kendisini bir kadın olarak olumlu bir şekilde temsil etmesini engellemektedir. Hem annesiyle şu anki ilişkisi (örneğin çocuk yetiştirmeye yardım etme) hem de annesiyle çocukluktan kalan anıları anneliğe geçiş döneminde önemlidir (Deutsch, 1945). Kişinin ana bakıcısıyla olan birincil ilişkisi, kişinin dünya görüşü ve başkalarıyla olan ilişkileri için bir şablon haline gelmektedir ve bu şablonlar, kişinin kendi çocuğuyla olduğu kadar yetişkinlikteki yakın ilişkilerinde de oldukça önemli bir etkiye sahiptir (George ve Solomon, 1996). Araştırmalar, kendilerini çocuklukta “ebeveyn bakımı yaşayan” olarak algılayan annelerin (yani, güvenli bağlanma stili ile nitelendirilebilecek olanlar), çocukları tarafından iletilen sinyallere karşı daha duyarlı olduklarını göstermektedir. Ayrıca, çocuklarıyla daha güvenli bir şekilde bağ kurabildiklerini ve sınırlara (yani çocuğun özerkliğine) saygı duyduklarını göstermektedir. Güvenli bağlanma stilinin nesiller arası aktarımında özerklik ve yakınlık arasındaki denge önemlidir (Sette ve ark., 2015). Dolayısıyla, ebeveynin destekleyici ve sevecen bir temsilinden destek alma olasılığı ile yüksek düzeyde öz-değer ve öz bakımı yansıtan içsel çalışma modeli, annelikle ilişkili stresi hem psikolojik hem de fizyolojik düzeyde azaltmaktadır, sosyal destek kullanımını kolaylaştırmaktadır ve hamilelik anneliğini daha az sorunlu hale getirmektedir. Öte yandan, kararsız, düzensiz ya da kaçınan bağlanma stiline sahip, çatışan ve reddedici bir şekilde bakım veren anneler, güvensiz bağlanma biçimlerini çocuklarına aktarmaktadırlar. Bakıcıları hakkında çok olumsuz temsillere sahip olan kadınların, kendilerini yalnız hissettikleri ve “içsel çalışma modeline” sahip olmanın getirdiği destek ve teselliyi kullanamadıkları için çocuğuna bakmayı ve güvenli bir bağ kurmayı daha zor buldukları söylenmektedir (Wakschlag ve ark., 1996). 

Bağlanma teorisi, bebeklerin bakıcılarla yakın erken ilişkiler yoluyla kendilerini, çevrelerini ve diğer insanların bakım sağlama yeteneklerini anlamlandırdıkları içsel bir çalışma modeli geliştirdiğini belirtmektedir (Bowlby, 1982). Bireyin içsel çalışma modeli, yaşamları boyunca nasıl ilişki kurduklarını etkileyebilmektedir; örneğin, ebeveynler çocuklarına genellikle kendilerine çocukken davranıldığı gibi davranmaktadır (Hazan ve Shaver, 1987). Güvenli bağlanan çocukların, kendilerine saygı duyulmaya değer ve sevilmeye değer olumlu bir içsel çalışma modeli geliştirmeleri ve başkalarını güvenilir olarak görmeleri muhtemeldir. Buna karşılık, bağlanma güvensizliği olan çocukların, özellikle düzensiz bağlanma, olumsuz bir içsel çalışma modeli olan ve sosyal ve davranışsal sorunlara yol açan tutumlar geliştirme riski daha yüksektir (Jacobsen ve Hofmann, 1997). Bağlanma teorisi üzerine önemli çalışmalar yapan Hazan ve Shaver, temel dört bağlanma türünü şu şekilde açıklamaktadır (Hazan ve Shaver, 1987);

Güvenli Bağlanma: Bu kişiler başkalarıyla kolay bir şekilde ilişki kurabilen, kendilerini sevilmeye değer biri olarak gören, başkalarına karşı duyarlı olan bireylerdir. Hazan ve Shaver’a (1987) göre, bu bağlanma biçimindeki yetişkinler terkedilmek ya da başkalarına yakınlaşmakta yoğun kaygı yaşamamaktadır. Güvenli bağlanan bireylerin olumlu kendilik değerlerini korumaları için başkalarının onayına daha az ihtiyaç duyduğu bilinmektedir.

 Saplantılı Bağlanma: Bu bireyler; kendini değersiz biri olarak gören, başka kişileri güvenilmez bulan, başkalarının onayını kazanmaya çalışan sık sık reddedilme korkusu ve terk edilme korkusu yaşayan kişilerdir. Bu bağlanma şeklinde kişiler ilişkilerinde takıntılı ve rasyonel olmayan beklentiler içerisindedir. 

Korkulu–Kaçınmacı Bağlanma: Bu bağlanma biçimindeki bireyler; kendini değersiz olarak gören ve başkalarını da olumsuz olarak değerlendirmeyi tercih eden kişiler olup, başkalarına güvenmeyen ve reddedici kişiler olduğuna inanılmaktadır. Ayrıca, bu kişiler reddedilme korkularından dolayı riskli buldukları ortamlarda bulunmamayı tercih ederek yakın ilişkilerde de üzülmemek için kaçınarak kendilerini koruma altına almaktadırlar. Ayrıca, sosyal olaylara karşı aşırı duyarlıdırlar ve sağlıklı ilişkiler kuramazlar. 

Kayıtsız–Kaçınmacı Bağlanma: Bu bağlanma biçimindeki kişiler; kendilerini değerli, sevilebilir olarak gören, bağımsızlığa önem veren, ancak yakın ilişkilerde reddedilmeme, hayal kırıklığı yaşamama gibi nedenlerden dolayı kaçınma davranışı sergileyen, olumlu benlik algılarına zarar vermemek için yakın ilişkilerin çok da önemli olmadığına inanan kişilerdir.

            Çok sayıda araştırma, düzensiz bağlanma ile bakım verme veya cezalandırıcı davranışları kontrol etme konusundaki katılım arasında bir bağlantı tespit etmektedir. Araştırmalar, sürekli olarak bu davranışlarda bulunmanın ilişkilerde zorluklara neden olabileceğini ve bir kişilik bozukluğunun gelişimine katkıda bulunabileceğini ileri sürmektedir (Gilbert ve Blakey, 2021). Araştırmacılar, düzensiz bağlanma stiline sahip olan insanların romantik ilişkilerinde daha çok kontrol edici ve cezalandırıcı davranışlar sergilediklerini, daha güvensiz-endişeli bağlanma stiline sahip insanların, romantik ilişkilerinde zorlayıcı bakım verme davranışlarının daha yüksek olduğunu göstermektedir. Buna karşılık, daha yüksek güvensiz-kaçınmacı bağlanma stiline sahip insanların ise romantik ilişkilerinde zorlayıcı bakım verme davranışlarının daha düşük olduğunu saptamaktadır (Behrens ve ark., 2007). 

            Kişilik bozuklukları, kültürel beklentilerden önemli ölçüde sapan ve bireyler için kişilerarası ilişkilerinde veya toplumdaki işleyişinde oldukça sorunlu olabilen, kökleşmiş davranış kalıplarıdır (Ekselius, 2018). Düzensiz bağlanma stili birçok kişilik bozukluğu ile ilişkilendirilir, ancak özellikle kişilerarası ilişkilerde istikrarsızlık, kendilik kimliği, dürtüsellik ve duygulanım düzenleme güçlükleri ile tanınan Borderline Kişilik Bozukluğu ile ilişkilendirilir (Leichsenring ve ark., 2011). Güvensiz kaçınan bireylerin, genellikle başkalarına güvenmeyi ve yakın ilişkileri sürdürmeyi içeren Şizoid Kişilik Bozukluğu gibi A Kümesi kişilik bozuklukları geliştirmesi daha olasıdır (Troy ve Sroufe, 1987). Buna karşılık, güvensiz kaygılı bağlanma stiline sahip olanların Histrionik veya Bağımlı Kişilik Bozukluğu gibi muhtaçlık ve bağımlılık içeren kişilik bozuklukları geliştirmeleri daha olasıdır (Liotti, 2013).

Kaynakça

Ainsworth, M. D. (1989). Attachments beyond infancy. The American Psychologist, 44(4), 709–716. https://doi.org/10.1037//0003-066x.44.4.709.

Behrens, K. Y., Hesse, E. ve Main, M. (2007). Mothers' attachment status as determined by the adult attachment interview predicts their 6-year-olds' reunion responses: A study conducted in japan. Developmental Psychology, 43(6), 1553–1567. https://doi.org/10.1037/0012-1649.43.6.1553.

Bowlby, J. (1969). Attachment and loss. Random House.

Bowlby, J. (1982). Attachment and loss. Basic Books.

Deutsch, H. (1945). The psychology of women. Motherhood; Grune & Stratton.

Ekselius, L. (2018). Personality disorder: A disease in disguise. Upsala Journal of Medical Sciences, 123(4), 194–204. https://doi.org/10.1080/03009734.2018.1526235.

George, C. ve Solomon, J. (1996). Representational models of relationships: Links between caregiving and attachment. Infant Mental Health Journal: Official Publication of The World Association for Infant Mental Health, 17(3), 198-216. https://doi.org/10.1002/(SICI)1097-0355(199623)17:3%3C198::AID-IMHJ2%3E3.0.CO;2-L.

Gilbert, M. C. ve Blakey, R. (2021). Exploring how UK adults' attachment style in romantic relationships affects engagement in controlling behaviours. Frontiers in Psychology, 12, 649868. https://doi.org/10.3389/fpsyg.2021.649868.

Gumusoglu, S. B. ve Stevens, H. E. (2019). Maternal inflammation and neurodevelopmental programming: A review of preclinical outcomes and implications for translational psychiatry. Biological Psychiatry, 85(2), 107–121. https://doi.org/10.1016/j.biopsych.2018.08.008.

Hazan, C. ve Shaver, P. (1987). Romantic love conceptualized as an attachment process. Journal of Personality and Social Psychology, 52(3), 511-524. https://doi.org/10.1037//0022-3514.52.3.511.

Jacobsen, T. ve Hofmann, V. (1997). Children's attachment representations: Longitudinal relations to school behavior and academic competency in middle childhood and adolescence. Developmental Psychology, 33(4), 703–710. https://doi.org/10.1037//0012-1649.33.4.703.

Leichsenring, F., Leibing, E., Kruse, J., New, A. S. ve Leweke, F. (2011). Borderline personality disorder. Lancet, 377(9759), 74–84. https://doi.org/10.1016/S0140-6736(10)61422-5.

Liotti, G. (2013). Disorganised attachment in the pathogenesis and the psychotherapy of borderline personality disorder. Attachment theory in adult mental health (s. 135-150) içinde. Routledge.

Perlini, C., Bellani, M., Rossetti, M. G., Zovetti, N., Rossin, G., Bressi, C. ve Brambilla, P. (2019). Disentangle the neural correlates of attachment style in healthy individuals. Epidemiology and Psychiatric Sciences, 28(4), 371–375. https://doi.org/10.1017/S2045796019000271.

Rutter, M., Kreppner, J. ve Sonuga-Barke, E. (2009). Attachment insecurity, disinhibited attachment, and attachment disorders: where do research findings leave the concepts? Journal of Child Psychology and Psychiatry, and Allied Disciplines, 50(5), 529–543. https://doi.org/10.1111/j.1469-7610.2009.02042.x.

Sette, G., Coppola, G. ve Cassibba, R. (2015). The transmission of attachment across generations: The state of art and new theoretical perspectives. Scandinavian Journal of Psychology, 56(3), 315–326. https://doi.org/10.1111/sjop.12212.

Slade, A. ve Holmes, J. (2019). Attachment and psychotherapy. Current Opinion in Psychology, 25, 152–156. https://doi.org/10.1016/j.copsyc.2018.06.008.

Troy, M. ve Sroufe, L. A. (1987). Victimization among preschoolers: Role of attachment relationship history. Journal of the American Academy of Child and Adolescent Psychiatry, 26(2), 166–172. https://doi.org/10.1097/00004583-198703000-00007.

Wakschlag, L. S., Chase-Lansdale, P. L. ve Brooks-Gunn, J. (1996). Not just "ghosts in the nursery": Contemporaneous intergenerational relationships and parenting in young african-american families. Child Development, 67(5), 2131–2147. https://doi.org/10.1111/j.1467-8624.1996.tb01848.x.