Whatsapp Hattı

0539 890 5950

Narsistik Kişilik Bozukluğuna Dair Öneri Kitap/Film İncelemeleri

Narsistik Kişilik Bozukluğuna Dair Öneri Kitap İncelemeleri 

Sınır Durumlar ve Patolojik Narsisizm, Otto Kernberg 

Kernberg’e göre günümüz psikiyatri ve psikanalizinin en önemli iki sorunu sınır durumlar ve patolojik narsisizmdir. Kitapta okuyucu açık bir şekilde Heinz Kohut ve Otto Kernberg savaşını izleyecektir. Çünkü Kernberg, Kohut’un narsisizm hakkındaki analizlerini yetersiz bulmaktadır. Kernberg tedavisi, dolayısıyla terapisi, oldukça güç olan bu durumlara yaklaşımda yeni, özgün kurumsal ve pratik ilkeler geliştirerek okuyucuya aktarmaktadır. Özellikle nesne ilişkileri ve ben psikolojisine dayanan kuramsal yaklaşımında Kernberg bu durumlardaki saldırganlığa dikkat çekmektedir. Kernberg oldukça sade ve profesyonel bir üslup ile hayatlarımıza, kendi kişisel deneyim alanlarımıza, anne ve babalarımıza ve onlarla olan ilişkilerimize, zor büyüme yıllarımıza dair bilgileri bu iki durumu göz önünde bulundurarak aktarmaktadır. Ayrıca, narsistin sınır duruma benzediğini ama sınır durumdan “daha iyi psikososyal işlev” gösterdiğini savunmaktadır. Kernberg kitabında kendi fikirlerini açıklamadan önce bu konuyla ilgili literatür incelemesini de okuyucuya vermektedir. Sınır durum ile farkını ortaya koymanın yanı sıra, narsist savunma mekanizmaları, narsisizmdeki nevrotik durumlar ve normal narsisizm ile ilgili açıklamalara yer vermektedir.

Okurun kendisi ve diğer insanlarla ilgili sezgilerini geliştirmesine yardımcı olacak kitap, yeni kavrayış imkanları vererek ve kuşkusuz öğrenirken herkesin kendi deneyimleriyle sınanacağı türden gerçek bilgileri yansıtmayı hedeflemektedir. Usta bir şekilde dil kullanımına sahip ve narsistlerle çalışma konusunda tecrübeli Kernberg’in psikiyatri ve psikanaliz alanında yazdığı kitap muhtemelen yüzyıllar boyunca temel bir eser niteliğinde anılacaktır. Kernberg ayrıca analistleri de eleştirmektedir kitabında. Çünkü terapistin narsistik bir çekilme yaşaması ve terapiyi kendi tarafından sonlandırmanın patolojik narsisizmi anlamayı zorlaştırdığını ve yeterince analiz edilemediğini aktarmaktadır. Bu yapıt, sınırda kişilik bozukluğu ile narsisizm arasındaki farkları ve ortaklıkları göz önüne sermesi ve bu kişiliklerle olan ortak yaşam deneyimlerinin güçlüğünü aktarması bakımından da önemlidir. Kernberg’in mesleki bilgilerini de kitabı yazma sürecine dahil ederek kitabı daha doyurucu hale getirmesi ve sınır durum ile patolojik narsisizm arasındaki farkı net bir şekilde ortaya koyması sebebiyle okunması tavsiye edilmektedir. 

Narsizm Üzerine ve Schreber Vakası, Sigmund Freud 

Narsisizm terimi Freud tarafından, daha sonraları tüm psikanalistler tarafından, yunan mitolojisindeki bir efsaneye gönderme yaparak türetilmiştir. Yunan mitolojisinde geçen efsaneye göre Narkissos, susuzluğu gidermek için derenin kenarına gelir ve suyunu içmek için yaklaştığında kendi görüntüsünü görür. Bu öyle bir yansımadır ki, kendisine aşık olur, yerinden kalkamaz hale gelir. Daha önce kimseyi beğenmeyen adam kendi güzelliğine büyülenir. Kendine olan aşkını seyrederken ölen Narkissos’un bedeni orada bir nergis çiçeğine dönüşür. Narkissos’u önceden beğenen Ekho isimli bir peri kızı vardır. Nerkissos bu peri kızının aşkına karşılık vermeyecektir. Ekho da karşılık alamadığı bu aşk sebebiyle kendi içine kapanarak ölür. Vücudundan arta kalan kemikleri kayalara dönüşürken, sesi de kayaların arasında yankı yapar. Buna da “eko” deriz. Kitap Freud’un yazdığı denemeler ve paronayak bir kişilik olan Schreber vakasına dair yaptığı çözümlemeleri içermektedir. Freud’a göre narsistik kişilik yapısı, gücünü kendi benliğinden değil başkalarının gözünde gördüğü hayranlık dolu bakışlarından alır.

Sanılanın aksine narsist kişi kendini seven değil kendinden nefret edendir. Narsisizm kendini beğenmekten çok dışa dönük bir yücelme arzusu eğiliminde olmaktır. Bu yüzden davranışlarını sürekli bir şekilde dışarıdan hayranlık dolu bakışları üzerine çekecek şekilde düzenler. Örneğin giyinişine, konuşmasına ve yemek yemesine kadar narsist bir birey hayran duyulması gerektiğini düşünmesinden dolayı kendi hayatında bu noktalara çok dikkat etmektedir. Ayrıca narsistler olumsuz eleştirilere gelemez, hatta umursamazlar. Yürüdüğü yolda bile yapılan tüm gülümsemelerin o orada yürüdüğü için olabileceğini düşünecek kadar büyüklenmeci bir yapıya sahiptirler. Freud kitapta megalomani yani kendini büyük ve önemli görmek kavramına çok sık yer vermektedir. Kişi kendisini bir süre sonra “Tanrı” boyutuna getirerek dış çevre ile kendi üzerinden övgü ve ilgi odağı haline gelmek isteyecektir. Freud. Bu durum beraberinde ortaya çıkan psikopatolojik durumlara da kitabında yer vermektedir. Kitabın Freud kuramını destekleyen kavram ve konuları da narsisizm perspektifinde incelemesinden dolayı okunması tavsiye edilen oldukça doyurucu bir kaynaktır. 

“Ben” Nesli, Jean Marie Twenge 

Amerikalı akademisyen, psikolog ve yazar olan Twenge, insanlığın geldiği son noktayı gözler önüne sermeyi amaçlamaktadır. Kitap içerisinde Batı ülkeleri ve bu gelişmişlikten etkilenen tüm ülkelerde çokça dile getirilmeyen trajik sorunlar mevcut. Kendisi de bir Amerikalı olan Twenge bu konularda çok açık konuşmayı tercih etmektedir. ABD’den tüm dünyaya yayılan, tarihte bir benzeri yaşanmayan kitlesel yozlaşma sürecini inceleyen yazar, genç neslin hızla ve şaşırtıcı bir şekilde dengesini kaybettiğini dile getirmektedir. Ben neslinin toplumsal, siyasal, ekonomik gerçeklerinden bahsettiği kısımlarda önceliğin başkalarıyla paylaşmaktan çıkıp yerine benliğin öncelendiğinde yozlaşmaların başladığını sosyokültürel değişiklikler ile ele almaktadır. “Ben” Nesli gençliğin genel karakterini büyük ölçüde değiştirerek günümüz toplumunda birey olma kavramına bambaşka bir bakış açısı getirmektedir. Bir yandan bu neslin iddialı ben-merkezciliği, diğer yandan ise rekabet içindeki dünya pazarları, yüzyılın başlıca meselelerini oluşturmaktadır. Geçen yıllar arasında beklentilerinin merkezine kendisini alan gençliğin profilini vermesi ve bunu yaparken de ülkeler içerisindeki sosyokültürel dengeleri de kitaba katarak yazan Twenge, bu alanda yazılan eserlere yeni bir soluk getirmektedir. 

Narsistik Kişilik Bozukluğuna Dair Öneri Film İncelemeleri

Gaslighting (Işıklar Sönerken), 1944

Başyapıt niteliğinde kabul gören film, bilinmeyen bir sebepten müstakbel eşi olan Ingrid Bergman’ın yıllar evvel korkunç bir faili meçhul cinayet ile teyzesinin öldürüldüğü eve tekrar yerleşmek isteyen Charles Boyer ve onun eşini konu almaktadır. Bergman genç ve güzel bir kadındır. Boyer’e aşık olunca müzik kariyerine son vererek onunla evlenir. Evlenip yıllar önce teyzesinin öldürüldüğü eve yerleşirler ve bir daha dönmek istemediği bu evde Charles Boyer birden Bergman’ın aşkından öldüğü tavırlarını bir kenara bırakır ve Bergman’ın psikolojisini bozmak için uğraşır. Kadının psikolojisini allak bullak eden Charles, çeşitli manipülasyonlara başlar. Binbir türlü yöntem ile yavaş yavaş Bergman’ı delirtir ve onun gerçeklik algısı ile oynamaya başlar. Teyzesinin hayranlarından birisi bir gün şans eseri Bergman’ı sokakta görür ve onunla iletişim kurmak ister. Ancak Boyer artık o kadar paronayaklaşmıştır ki, Bergman’ı iyice domine etmiş ve evden çıkamaz hale getirmiştir. Oyuncular oscara aday gösterilen oyunculuklarıyla iyi ve kötüyü oldukça usta şekilde filme yansıtmaktadırlar. Filmde kullanılan ışıklar, ses efektler, dekorlar ve siyah beyaz filmlerin çekildiği bir döneme rağmen her şeyin kusursuz şekilde perdeye aktarılması filmi izlenmeye değer yapan unsurlardan biridir. Bir diğeri ise isminden patolojik narsisizmde oldukça sık bahsedilen “gaslighting” yani birinin kendinden şüphe etmesini sağlamaya çalıştığı psikolojik manipülasyon tekniğinin tüm filme çok iyi işlemiş olmasıdır. Diğerleri üzerinde avantaj sağlamayı düşünen ve bunun için çabalayan psikopatların davranışlarını toplum içerisinde daha iyi anlayabilmek ve insanları eğitebilmek adına konunun en iyi temsillerinden biri olan bu filmin izlenmesi tavsiye edilmektedir. 

American Psycho (Amerikan Sapığı), 2000 

Bret Eston Ellis’in “American Psycho” isimli romanından uyarlanan film, oldukça etkileyici unsurlara sahip bir psikolojik gerilim filmidir. Filmde genel olarak ele alınan konular arasında erkeklerin cinsel güvensizliği, sığlıkları ve ilgisizliklerini gizlemek için materyalizme takıntıları yer alırken, bununla birlikte 1980’lerin New York’unun rahatına düşkün hedonist Wall Street seçkinleri üzerine eleştirel ve mizahi bir yorum yapılmaktadır.

Filmin temel olarak aldığı konunun Patrick Bateman isimli zengin iş adamının korkunç ve ürkütücü fantezilerini ve amaçsızca insan öldürmesi olduğunu söylemek mümkündür. Aslında Amerikan Sapığı, iktidara ermek isteyen, beyaz, üst sınıf erkeğin bedenini arzu makinesi olarak kullanarak, kendi kültürel kodlarını ve iktidarını dünyanın her yerine kabul ettirmek isteyen ve bu isteği kabul görmeyince onları vahşi bir şekilde katleden Amerika’nın ifşasını gözler önüne sermektedir. Filmde bu ifşa bir insan bedeninin içine sığan vahşilik şeklinde canlandırılmaktadır. 

Bateman yalnızca materyalist ihtiyaçları olan ve bu ihtiyaçlar doğrultusunda benliğini, ilişkilerini ve çevresini inşa eden bir adamdır. Kendi dış görünüşüyle takıntılı olan Bateman’ın dış görünüşü üzerindeki performansı asla bitmez. Patrick Bateman’in buna benzer başka takıntıları da bulunmaktadır. Kendi takıntılarından daha iyisine ve daha yüksek standartlara sahip olan kişileri görünce verdiği kıskançlık ve haset tepkileri de usta oyunculuk ile izleyiciye yansıtılmak istenmektedir. Bu sebeple Bateman kıskandığı Allen’dan bir intikam almak ister. Bu nokta Amerikan Sapığı’nın, tüketim çılgınlığının bireylerin yeme, içme, giyim, iş, günlük aktivite gibi ilişkilerini nasıl belirlediğini ve manipüle ettiğini belirli toplumsal kabul normları ve davranış kalıpları yaratarak onları nasıl “şeyleştirdiğini” bariz bir şekilde göz önüne koymaktadır. Hiciv türünün en güzel örneklerinden biri olan Amerikan Sapığı, aydınlanma düşüncesinin en büyük sonuçlarından biri olan “aşırı bireyselleşmiş toplum”un akabinde “şeyleşmeyi” doğurmasını çeşitli noktalara vurgu yaparak anlatması bakımından önemli bir yapıt kabul edilmektedir.

Mon Roi (Benim Kralım), 2015

Mon Roi aşkın yıkıcılığı üzerine sahnelenen bir filmdir. Film izleyicilerin içine insan ilişkilerinde eşit derecede sevgi vermenin ve almanın mümkün olmayışını gören ve narsist bir partnere aşık bir kadının, bu durumun yarattığı tramvayı ve yıkılmışlık duygusunu içtenlikle yansıtmaktadır. Aşkın çıkmazlığı ve heba edilişi metaforlar eşliğinde filme bir bir işlenmektedir. Aşkın aşamaları ve insan ruhunda oluşturduğu tahribatlar erkek partnerin ihmalkarlığı şeklinde izleyicinin karşısına çıkmaktadır. Filmde yer alan aşk hikayesine dair geçmişten günümüze sahneler teker teker akmaktadır ancak günümüze geldiğinde zaman bir türlü geçmemektedir. Kalp kırıklıklarını şu anda ve hemen iyileştirmenin mümkün olmayacağı burada zaman metaforu ile yansıtılmaktadır. Nasist kişilik bozukluğu çocukluk döneminde annesi ile kurması gereken anne-bebek-çocuk bağını kuramayan, annesinden yeterince ilgi görmeyen ve erken yaşta anne kaybı yaşayan ya da tam tersi gerçek dünya ile çocukluğunda yüzleşmemiş bireylerin çoğunda görülmektedir. Tony ilişkisinin başlarında partnerine kendisini özel hissettirmek için dayanılmaz iltifatlarda bulunur, jestler yapar ve hayatının aşkını bulmuşçasına davranır. Ancak tam olarak narsist patoloji örüntüsünü gözler önüne seren Tony karakteri, narsist bir bireyde gerçekleşen “aynalama” yöntemini kullanarak kadını ruh eşi olduğuna inandırır ve sonrasında duygusal manipülasyon teknikleri uygulayarak kadının ruhunu emmeye başlar. Hassas ve kendinden çok karşısındakinin kalbini düşünen bir kadın ve Tony gibi çok seven ancak o sevgiyi konduramayan, inkar eden bir erkeğin tutkulu aşkı sonrasında ilişkilerin gelebileceği boyutu tüm doğallığı ile gözler önüne seren bu filmin izlenmesi tavsiye edilmektedir.